15 Kasım 2014 Cumartesi

YAŞAMA UĞRAŞI...

Cesare Pavese’nin 1935 ile 1950 yılları arası (intiharına kadar) tuttuğu günlüğe verdiği ad. Yaşamı uğraş ve yorgunluktan başka bir şey olarak görmeyen ünlü bir şairin intiharla sonuçlanan öyküsünün an an izini sürdüğünüz, bilgece ifadelerin çokça yer tuttuğu, insanı sarsan, hırpalayan, duygularını zorlayan bir kitap….
1937ile başlayan bölümün ilk cümlesi şu: ‘’Yanlışlar hep başlangıçlarla ilgilidir.’’

Dört kelimeden oluşan derin bir cümle… Derin, çünkü hepimiz buna benzer bir duyguya kapılmışızdır zaman zaman. Sonunu göre göre çıktığımız yolun başlangıcındaki duyguları görmezden gelmeye çalışarak yaparız ilk yanlışı. Çocukça bir inatla, omuz silke silke yaşama, ‘’bana ne, yaşamak istiyorum bunu’’ der, ve sonunda üzülecek olduğumuzu bile bile ama görmezden gelerek çıkarız tüm benliğimizle yola. Sonra… ‘’Tahmin etmiştim bunu’’, demeye bile dilimiz varmaz. Kendimizi nereye saklayacağımızı, gözümüzün önünden kendimizi nasıl kaybedeceğimizi bilemez hale geliriz.

Neden, insan sonunu en başından beri gördüğü yanlışın üzerine gözlerini sımsıkı kapayarak gider? Yaşamdan bir sürpriz bekleme inadından mıdır bu; "ya bu sefer farklı olursa!" beklentisi içerisine girmişliğimizden midir? Yoksa geçmişten ders alamamışlığımızla mı ilgili?

Bir sonraki paragrafıysa şöyle; ‘’Bir erkek, eğer hadım değilse, her kadınla kendini tatmin edebilir. Oysa kadınlar kolay kolay elde edemezler bu özgürlük veren mutluluğu; hiç değilse, her erkekle, çoğu zaman da sevdikleri erkekle ve özellikle onu sevdikleri için gerçekleştiremezler bu mutluluğu. Bunu bir kere tattılar mı da, başka bir şey düşünmezler ve bu zevk anına duydukları haklı özlem yüzünden hiçbir kötülüğü yapmaktan çekinmez duruma gelirler. Sürüklenirler buna. Hayatın temel trajedisi de budur.’’  Erkek, başta kadını arzulayanken, arzunun zamanla azalmaya başladığını hisseden kadının hırçınlığına mı gönderme yapmakta burada Pavese, tam olarak çözümleyebilmiş değilim ama, haklılık payının –özellikle de paragrafın ilk kısmı için-  oldukça yüksek olduğu kanaatindeyim.

Ve bir sonraki paragraftan; ‘’Evlenmeye değer kadınlar bir erkeğin evlenecek kadar güvenemediği kadınlardır. Ama daha korkunç olanı şudur; yaşama sanatı, sevdiklerimize onlarla birlikte olmaktan ne büyük zevk duyduğumuzu belli etmemekten başka bir şey değildir; bunu başaramadık mı, bırakıp giderler bizi.’’

Alakasız gibi görünen iki satırın peşpeşe gelmiş olmasının tesadüften öte bir durum olduğu aşikar…  Dışa dönük, duygularını rahatça ifade edebilen, yaşama sevinci dolu insanlardan çoğunun yalnız bir yaşam sürüyor olmasının tesadüf olmamasının altında yatan nedeni, birkaç kelimeyle özetleme başarısı göstermiş yazar burada. Günümüz çağdaş, ekonomik özgürlüğünü kazanmış, akıllı, çekici, kültürlü, entelektüel düzeyi yüksek kadınının en büyük problemi toplumun kendisine ‘’bu kadarı da fazla ama’’ der gibi bakıyor olması sanırım. Erkeklerin hayran olduğu ama eş olamadığı bu tip kadınlar bereket versinki her geçen gün sayıca artmakta dünyada. Gelişmemiş ülkelerdeki erkeklerin evlenme oranlarının diğerlerine göre yüksek olmasındaki en büyük etken de, hala ağzı var dili yok, hanım hanımcık, içlerinin sevinçten, mutluluktan coştuğu anlarda bile bunu dudağının kenarında biriken küçük bir tebessümle geçiştirebilecek kudrette yetiştirilmiş ‘’kızlarımızın’’ aile içi üretimine devam ediliyor olmasıdır.

Paragraftaki ikinci cümle, elbette yalnızca karşı cins ilişkileri söylenmiş değil. Cool, burjuva, burnu havada tiplerin, arkadaş sohbetlerinde baş köşelerde yer alma nedeninin gerçek bir tespitidir aynı zamanda. Karşısındakinin tatmin olma düzeyini kestiremeyen kişi, tekrar tekrar bu tipleri ortamlarında görmek ister, çünkü amacına ulaşamamışlığın kamçısına maruzdur benliği. Donuk, mutsuz, soğuk tiplerin sıcacık insanlardan daha güvenilir ve daha vazgeçilmez oluşlarının altında yatan da budur belki.

Ve, ‘’Derdini söylemekle ona çare bulmanın aynı şey olmadığını anlamakla insan çocukluktan kurtulur.’’,  diyerek geliyor sayfanın sonuna. Bir sayfanın bu kadar derin ifadeleri taşıyabileceğine çok nadir şahit oldum okurluk yaşamım boyunca. Olabiliyormuş…

Derdini söyleyenlerin bile derman bulamadığı bir çağda, Pavese’nin söylediklerine kulak vermekte, daha az üzülmek adına, fayda var diye düşünüyorum.



10.05.2012 Hınıs
Gülşah KÖKSAL


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder