11 Haziran 2015 Perşembe

FAŞİZMİN EVDE ÜRETİMİ


Sartre’ın babasının erken ölümüne duyduğu minnetten bahsetmiştik bir önceki yazımızda. (Babası ‘’Jean-Bapiste’nin ölümü annemi zincirlerine döndürmüş, beni ise özgürlüğüme kavuşturmuştu ‘‘, diye özetler bu süreci.  ‘’İyi baba yoktur ve bu bir kuraldır; ama bu kusur yüzünden erkekler değil, çürümüş babalık bağları suçlanmalıdır. Dünyaya çocuk getirmekten daha iyi ne var, ama bazı çocuklara sahip olmak ne büyük haksızlık! Yaşamış olsaydı, babam, boylu boyunca üzerime çökecek ve ezecekti beni.  İyi ki genç yaşta öldü.’’,der ) Bu yazı da benzer bağlamda devam etsin istedim. Bu sefer de ‘’baba’’ ve ‘’otorite’’ kavramları üzerinden ‘’faşizm’’ i konuşalım olmaz mı?
Hep siyasi bir söylem olarak kabul edilir ‘’faşizm’’. Bin sekiz yüzlerin sonunda Avrupa’dan dünyaya dalga dalga yayılan bir yönetim algısıdır. Hitler'le altın çağını yaşamış, sonrasındaysa karşıtları tarafından bir nefret ve hakaret ifadesi şeklini almıştır. Siyasi doktrinleri yaratan ve uygulamaya koyan bireyin kendisi olduğuna göre, faşist bireyle başlayan faşist toplum ve faşist iktidarlar meşruiyetlerini nereden ve nasıl kazanırlar? Hangi topraklar büyütür onları, nasıl kazanırlar bu kimliklerini? İnsan ne zaman varır bir faşist olduğunun farkına? Bunun farkına varılabilir mi ya da?
Willihelm Reich’ın ‘’Faşizmin Kitle Ruhu Anlayışı’’ adlı eseriyle devam edelim isterseniz bu soruların cevaplarını aramaya.

 ‘’Buyurgan aile’’ diyor Reich, ‘’gerici düşünceyi üreten en dolaysız, en önemli hücre olup çıkmaktadır; o, gerici öğretiyle gerici zihinsel yapıyı üreten fabrikadır. Bundan ötürü, her gerici eğitim siyaseti programının başına ‘’ailenin korunması’’nı, kalabalık buyurgan ailenin korunmasını oturtur.’’(Reich, 1979: 97) Satre’ın özyaşamöyküsünden çıkarsadıklarımızla Reich’ın kuramsal açıklamalarının kesiştiği nokta; buyurgan, otoriter baba figürünün insanlığı tehdit eden bir siyasi organizma içerisinde yaşatılmaya devam ediliyor olması. Tahammülsüzlük, karşındaki hakir görme, zihinsel yeteneklerini aşağılama ya da onaylamama; kişisel doğrularını tüm insanların doğrusu olduğunu görebilme arzusu, ve var olan toplumsal-hukuksal kurallara karşı direnç geliştirenlere karşı aşırı tepkiler göstermenin kaynağı eğer patriarkal düzenin köklerinden filizlenip çıkıyorsa karşımıza, feminizmin uzun ve yorucu mücadeleler sonucu dile getirmeyi başardığı ‘’erkek egemen’’ düzen eleştirisi haklılığını bir kez daha ortaya koymuş demek anlamındadır. Nasıl mı?
Hangi sınıfa, hangi ekonomik, sosyal, kültürel yapılanmaya doğmuş olursak olalım, bizden farklı olanlarla en güçlü ortak yanımız ‘’aile’’ kavramlarımızın birebir örtüşüyor olmasıdır. En güçlü burjuva ailesiyle, en aşağı işçi evindeki baba ve anne kavramları, aile bağları ve ebeveynden çocuklara aktarılmaya çalışılan dini, toplumsal, ahlaksal kurallar neredeyse aynı şekildedir. Çocuklar bu evlerde hem yönetmeyi hem de yönetilmeyi öğrenir. Kurallara uymadığı anda cezanın kaçınılmaz olduğunu öğrenen çocuk, kurallara uymayanların hangi şiddette olursa olsun cezalandırılmasından rahatsızlık duymaz. Başına buyruk kurallar koyan patron, öğretmen, komutan, devlet, babası kadar yakındır ona. Onların, babası kadar sert ama bir o kadar güven verici olduklarını düşündüğü için, devamlılıkları kendisinin hayati meselesidir. Onlar yoksa güven kırılır, yaşam amaçsız ve korkunç bir kaosa dönüşür. Bir peygamber kadar, inandığı dinin gözeticisi; bir Tanrı kadar günah ve sevap sorgulayıcısı; bir devlet kadar istikrar ve tahammülsüzlük abidesi, ve elbette kendi babası kadar otoriter ve tek güç olduğu bir evin yöneticisi olacaktır.
Ailenin korunması demek, devletin devam güvencesini de içinde barındırır. Çünkü ‘’küçük kent soylu sınıfta, ana çocuğun yurdunu, aile de çok küçük boyutlu ulusunu canlandırır’’(Reich, 1979: 93) ‘’Hitler her şeyin en iyisini bilir, her şeye bir çözüm bulacaktır. Bu yanıt, babanın doğaüstü gücüne duyulan çocukça güveni yansıtmaktadır.’’(Reich, 1979: 100) Evet, baba, evdeki düzeni olması gerektiği gibi yaşatmak adına kardeşinizi, annenizi, ablanızı gözünüzün önünde acımasızca, öldüresiye dövebilir; o bu hakkı baba oluşundan ve sorumluluklarından alıyordur kuşkusuz(! ) Sonra, öğretmenden, komutandan, polisten, patrondan vs görülen şiddet daha tahammül edilebilir ve anlaşılabilir hal alacaktır.
Ama, ya geleneksel aile modeli çökerse? Ya baba ya da anne mutlakiyetçi bir yönetim biçiminden özgürlükçü ve liberal bir düzene doğru yönelirse? Kendi ahlaksal, dinsel, toplumsal kurallarını dayatmadan yetiştirirse çocuğunu; sözel ya da fiziksel şiddetten uzak durursa? Tüm bu ikinci saydıklarımızdan mündemiç bir düzen kurulursa eğer, nice olur iktidarların hali? Patronu, imamı, polisi, devleti, babayı en üst güç saymayan, ona tapınmayan, koşulsuz şartsız baş üstünde tutmayan yurttaşa yurttaş denilir mi hiç?
(…)
Bunların cevabı sessizlikte bulunsun…
Sevgiyle…

Gülşah KÖKSAL