15 Kasım 2014 Cumartesi

BU GÜN DE BENDEN OLSUN


Çok şey yapmanız gereken bir günde, hiçbir şey yapmamayı seçtiğinizde nasıl hissedersiniz kendinizi? Ben fevkalade mutlu olabilenlerdenim… Masanın üzerinde okunmaya bekleyen bir sürü yazılı kağıdı, puanlanmayı beklemeyen performans ödevleri, okul müdürümün iki ay önce söylediği ama hala yapmaya bile yeltenmediğim klüp ve rehberlik raporları; ‘’öncelikli okunacak olanlar’’, diye ayırdığım kitap yığınağı, kardeş okul olarak seçtiğimiz okula yazılacak mailler vs vs vs…

Her şey, ama her şey benim keyfimin yerine gelmesini bekliyor yapmam için, ve ben pis bir sırıtışla ‘’bu gün değil…’’ diyerek bir kez daha mutlu oluyorum böyle zamanlarda. Bu, yaşamımın iktidarında, tüm kararların alışında ‘’ben varım’’ duygusunu tekrardan yaşamama imkan veren özel anlardan biri olup çıkıyor her defasında. Böylesi günlere hep başka bir kararla uyanarak başlıyorum; dikkatimi çeken şeylerden biri bu.  Örneğin; boş günüm olan bugünde temizlik yapacaktım gönlümce… Sonra, markete gidecek ve eksik olan olmayan ne varsa raflardan toplayıp eve getirecektim. Yapılması gereken birkaç telefon görüşmesini yapacak ve rahatlayacaktım üzerimdeki yüklerden birinden daha kurtulduğum için. Yeni ev sahibim de kira sözleşmesini yapmak için bekliyor olacaktı ‘’bugün’’ beni.

Tanrım, dünya benim etrafımda dönüyor sanki!! Nedir bu yoğunluk, bu anlamsız telaş! Neyin nesi bu kargaşa? Bu kadar önemli olmamalıyım; ben kendi halinde yaşayan bir insanken, nereden çıkıyor bu ajanda dolusu randevu, görev, sorumluluk? ‘’Rahaaat bırakııınnn beniiii’’ diye sessiz attığım bir çığlık oluveriyor her şeyi bir kenara fırlatıp atıp yeniden yatağa girdiğim, duşa sığındım, ya da alakasız bir romanın sayfaları arasında salak salak mutlu olduğumu görmekten büyük keyif aldığıma inandığım zamanlar. Ama, çalan telefonla birazdan kira sözleşmesini yapmak için arkadaşımın da benimle geleceğini, yoksa bu sözleşmenin hiçbir zaman imzalanamayacağını, zaten beş gibi de ehliyet kursunda ‘’motor’’ dersine girmek zorunda olduğumuzu öğreniyorum.

Sözleşmelerden de, motorlardan da, araba kullanmak zorunda olmaktan da nefret ediyorum ben!!! Neden bu kadar umurunda değil benim isteklerim yaşamın? Neden bir kez de ne yapmak istiyor olduğumuz sorulmuyor bizlere? Motor dersi dinlemem neden Dunkel’in klasik bir Amerikan romanı olan ‘’Her Kadın Bir Rus Şaire Aşık Olur’’ adlı kitabından daha değerli olabiliyor…  Saatler boyu kahve içip içip kitabın sayfalarında arasında pinekleme özgürlüğümü elimden alma hakkını neden ve niçin vermeliyim sürücü kursu yönetimime, ya da yeni ev sahibime… ?! Neden kimse anlamıyor; ben yaşamımı ıssız bir adadaymışımcasına devam ettirmek istiyorum! Okumak, okumak, okumak, yazmak, kahve içmek ve anlamsız anlamsız yatakta bir o yana bir bu yana dönmek istiyorum! Ömrümün yalnızca bana ait olan zamanını kendi tasarrufuma almak ve gönlümce kullanmak istiyor olmam neden bu kadar büyük bir çılgınlık olarak kabul ediliyor?

Oblomov’u tanıyanınız var mı? Hani, şu İvan Gançorov’un tuğla kalınlığında ama tek nefeste okunabilen ‘’tembellik’’ üzerine yazdığı romanın kahramanı. Utanmadan, sıkılmadan, yüksek bir perdeden  ‘’aslında ben bir Oblomov’um!!!’’ diyebilmek neden bu kadar zor modern(!) çağda…? İnsanlar neden bu kadar ‘’zaman’’ denilen cenderede sıkışıp sıkışıp duruyor tüm yaşamı boyunca? Eski, kapitalizm öncesi dönemleri özlemle andığınız oluyor mu hiç sizin de? Mesai yok, zaman yok, kol saati herkese bir pranga gibi geçirilmemiş henüz; sevdiklerinle zaman geçirmek ile işinde daha çok başarılı olmak arasında bir ikilem doğurulmamış insanlığın algısında. Okumak zorunda olduğun kitap sayısı sınırlı; ömrünle yarışmak zorunda kalmayacağın kadar az ama öz kitap var piyasada. Ya da yok; önüne bir kitap gibi açılmış duran doğa var. Okuyorsun çıplak gözlerinle…. Işık kirliliği silikleştirmiyor yıldızların parıltısını; toprağa verdiğinde sırtını, tüm yıldızlar yüzünü okuşuyor gibi bir duyguyla evrenin gizemlerini çözme arzusu uyanıyor yüreğinde. Servis, metrobüs, benzin, vergi, elektrik doğalgaz telefon internet kablolu tv kredi kartı okul taksiti atm btm eft vs vs vs gibi saçmalıklardan eser yok zihninde. Öss, Ygs, Dms, Kpss, Üds, Kpds, Sbs gibi işkence araçlarına hiç maruz kalmamış bir beyninle görmeye çalışyorsun evreni. Aşk, sevgi, dostluk, vefa, özlem, ölüm, vicdan henüz kirlenmemişken nasıl yaşardı insanlar acaba? Parasız aşk, parasız saadet, parasız vefa, parasız özlem nasıl yaşanırdı Lidya’lılardan önce?

Ne kadar derinden acılar çekiyoruz, siz de fark ettiniz mi durup soluklanma şansı bulduğunuz zamanlarda?

05.06.2012

GÜLŞAH KÖKSAL/ HINIS

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder