15 Kasım 2014 Cumartesi

FACEBOOK- FÜRUZAN- TURGAY

Son zamanlarda yakın çevremin entelektüel kesiminden facebook üzerine benzer eleştiriler duymaya başladım. Bahsettiğim insanların hemen hepsi facebook üzerine aynı görüştelerdi;  ‘’sıkıcı, vakit kaybettirici, anlamsız, çocuksu, gittikçe saçmalaşan bir edim’’.

Aslında, bu konuda olduğu gibi, diğer tüm eleştiri ya da yakınlık unsurlarında aynı şey çarpıyor göze; insanlar , sahip oldukları materyallerden ne istediklerini kestirememiş olamamanın sıkıntısındalar. Psikolojideki ‘’bilinç’’ ve ‘’işleve takılma’’ kavramları geliyor bu durumda aklıma. Bir sosyal paylaşım ağından anladığınız şey yalnızca insanlarla günibirlik iletişim kurmaksa, zaman içerisinde bayağılaşmaya yüz tutan muhabbetler elbette sizi ortamdan soğutacak bir unsura dönüşecektir. Ama yok, amacınız bu ortamdan bilgi ve haber almaksa, doğru adreslerle kontak kurabilme şansınız da olmuşsa, o zaman facebook sizin gün içerisinde birkaç kez isteyerek ve hatta heyecanla girdiğiniz, haber okuyup yorum yapabileceğiniz, size düşünce yapınızdaki insanlara ulaşabilme şansı veren bir fırsata dönüşebilir. Ben ikinci kategoridekilerdenim.

Orada tanışma fırsatı bulduklarından aklıma ilk olarak gelenlerden; İsmail, İsmet, Turgay, Rafet Bey, Neşe Hanım… Ve ismini zikretmediğim onlarca isim… Ne çok değer kattılar yaşamıma, yüzlerini bir kez dahi görmemiş olduğum halde. En yakınımda olanlarla bulamadığım duygudaşlığı, bilgidaşlığı, öfkedaşlığı yaşayabildiğim insanlar haline geldiler kısacık zamanlarda. Biri Bingöl, biri Sivas, İstanbul, Khöln’deyken, nasıl tanıyabilirdim onları bu kadar yakından başka? Birikimlerine nasıl ortak olabilirdim Doğu Anadolu’nun en ücrasında mahsur kalmışken?

Bu yazıya oturma nedenim de, facebooktaki bir kitap paylaşım sayfasında tesadüfen denk geldiğim tanıtım yazısıyla başlayan, yaşama dair küçük ama içerik olarak büyük bir anektot aktarmak sizlere.

Radikal Kitap’ın 2010 yılına ait bir kitap tanıtım yazısından alıntı paylaşılmıştı bahsi geçen sayfada. Füruzan’ın 47’liler adlı kitabının tanıtım yazısı… Birçoğumuzun öykülerini yakinen bildiği, ülkenin yetiştirdiği en değerli edebiyatçılarından biri olan Füruzan’nın roman yazımına dair bir fikrim olmadığından olacak, merakla okumaya başladım bu paylaşımı. 61 anayasası sonrası gelişmeleri yaşayan Erzurumlu bir ailenin öyküsünden bahseden roman, o an okuyacaklarım listesindeki yerini almıştı bile. Yazıyı okuyup bitirdikten hemen sonra, bu sayfanın editörlerinden olan değerli dostum Turgay aradı ‘’Taksimde bir sahaftayım, istediğin bir kitabın adını söyler misin, bakayım.’’,dedi.  Turgay’la da dostluğumuzun pekişmesini bahsettiğim sosyal paylaşım ortamına borçluyduk aslında. Kitap iki gün sonra elimdeydi. Yanına eklenmiş dört kitapla birlikte.

Emineydi baş kahraman… Annesi babası öğretmen, kardeşlerinin ortancası olan, Erzurum’un muhafazakar ama bir o kadar insancıl atmosferinde ilk çocukluğunu ve ergenliğini yaşayıp daha sonra tayinle Ankara’ya taşınan;  küçük burjuva geleneğine sıkı sıkıya bağlı büyütülmeye çalışıldıkça direnen,  ailesi ve çevresi tarafından hep biraz asi, hep hırçın, hep tuhaf algılanan, ama içindeki insan sevgisi ve haksızlığa tahammülsüzlüğünün onu bulunduğu bu noktaya taşıdığını yalnızca kendisi fark eden, namıdeğer  68 kuşağının 47 doğumlularından Emine… 

 Füruzanın toplumsal, siyasal, ekonomik sorunların tamamına ne kadar hakim ve duyarlı olduğunu görüyorsunuz okurken; çocuk eğitiminden kadının özgürlüğü sorunsalına, cumhuriyet aydınlığının iki yüzlü tutumundan toplumsal yozlaşamaya, eğitim sisteminin yaratmaya çalıştığı apolitik, vurdumduymaz, sönük ve silik karakterlerden Anadolu insanının bilgeliğine, ekonomik değişimler ve sermayenin güçlenmesi adına gençliğin nasıl gözden çıkarıldığına; evlilik, bekaret, feminizm tartışmalarına; cezaevlerinde yaşanılan orantısız güç kullanımı ve işkencelerin kişiler üzerinde yarattığı tahribattan Almanya’ya giden işçilerin yaşadığı süreçlere, Nazilere, ırkçılığa, emperyalizme kadar, yirminci yüzyılda tartışılan ve hali hazırda tartışılmakta olan ne varsa bulabiliyorsunuz olay örgüsü içerisinde. Beş yüz küsür sayfalık devasa kitap eriyip gidiveriyor ellerinizin arasında. Her zaman denk gelemiyorsunuz böylesi akıcı ve sürükleyici anlatımlara. Bu anlamda büyük bir özlemi giderdi bende bu muhteşem yapıt.

Hem ufak bir tavsiyede bulunmak, hem de ifade etmeye çalıştığım gibi, popülerlik kazanan her şeyi kötü, halkın yoğunlaştığı alanları bir anda ‘’bayağı’’ ilan etmek anlamlı olmaktan uzak bir tutum olsa gerek. Bu ülkede ‘’aydın’’ geçinenlerin en büyük handikapı da bu tutumu benimsemiş olması değil mi zaten? Ben, sosyal ortamından uzakta yaşamaya çalışanlar için özellikle, pahabiçilmez bir imkan olarak görüyorum bu paylaşım sitesini. İşleve takılmadan kullanmayı, önüne çıkan her fırsatta öğrenmeyi öncelikli ilke edinenleri önemsiyor ve asıl saygıyı onlara duyuyorum; burjuvaca, yaygınlaşan her şeye burun kıvıranlara değil…

09.05.2012 Hınız

Gülşah KÖKSAL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder