Son zamanlarda yakın çevremin entelektüel kesiminden
facebook üzerine benzer eleştiriler duymaya başladım. Bahsettiğim insanların
hemen hepsi facebook üzerine aynı görüştelerdi;
‘’sıkıcı, vakit kaybettirici, anlamsız, çocuksu, gittikçe saçmalaşan bir
edim’’.
Aslında, bu konuda olduğu gibi, diğer tüm eleştiri ya da
yakınlık unsurlarında aynı şey çarpıyor göze; insanlar , sahip oldukları
materyallerden ne istediklerini kestirememiş olamamanın sıkıntısındalar.
Psikolojideki ‘’bilinç’’ ve ‘’işleve takılma’’ kavramları geliyor bu durumda
aklıma. Bir sosyal paylaşım ağından anladığınız şey yalnızca insanlarla
günibirlik iletişim kurmaksa, zaman içerisinde bayağılaşmaya yüz tutan
muhabbetler elbette sizi ortamdan soğutacak bir unsura dönüşecektir. Ama yok,
amacınız bu ortamdan bilgi ve haber almaksa, doğru adreslerle kontak kurabilme
şansınız da olmuşsa, o zaman facebook sizin gün içerisinde birkaç kez isteyerek
ve hatta heyecanla girdiğiniz, haber okuyup yorum yapabileceğiniz, size düşünce
yapınızdaki insanlara ulaşabilme şansı veren bir fırsata dönüşebilir. Ben
ikinci kategoridekilerdenim.
Orada tanışma fırsatı bulduklarından aklıma ilk olarak
gelenlerden; İsmail, İsmet, Turgay, Rafet Bey, Neşe Hanım… Ve ismini
zikretmediğim onlarca isim… Ne çok değer kattılar yaşamıma, yüzlerini bir kez
dahi görmemiş olduğum halde. En yakınımda olanlarla bulamadığım duygudaşlığı,
bilgidaşlığı, öfkedaşlığı yaşayabildiğim insanlar haline geldiler kısacık
zamanlarda. Biri Bingöl, biri Sivas, İstanbul, Khöln’deyken, nasıl
tanıyabilirdim onları bu kadar yakından başka? Birikimlerine nasıl ortak
olabilirdim Doğu Anadolu’nun en ücrasında mahsur kalmışken?
Bu yazıya oturma nedenim de, facebooktaki bir kitap paylaşım
sayfasında tesadüfen denk geldiğim tanıtım yazısıyla başlayan, yaşama dair
küçük ama içerik olarak büyük bir anektot aktarmak sizlere.
Radikal Kitap’ın 2010 yılına ait bir kitap tanıtım
yazısından alıntı paylaşılmıştı bahsi geçen sayfada. Füruzan’ın 47’liler adlı
kitabının tanıtım yazısı… Birçoğumuzun öykülerini yakinen bildiği, ülkenin
yetiştirdiği en değerli edebiyatçılarından biri olan Füruzan’nın roman yazımına
dair bir fikrim olmadığından olacak, merakla okumaya başladım bu paylaşımı. 61
anayasası sonrası gelişmeleri yaşayan Erzurumlu bir ailenin öyküsünden bahseden
roman, o an okuyacaklarım listesindeki yerini almıştı bile. Yazıyı okuyup
bitirdikten hemen sonra, bu sayfanın editörlerinden olan değerli dostum Turgay
aradı ‘’Taksimde bir sahaftayım, istediğin bir kitabın adını söyler misin,
bakayım.’’,dedi. Turgay’la da
dostluğumuzun pekişmesini bahsettiğim sosyal paylaşım ortamına borçluyduk
aslında. Kitap iki gün sonra elimdeydi. Yanına eklenmiş dört kitapla birlikte.
Emineydi baş kahraman… Annesi babası öğretmen, kardeşlerinin
ortancası olan, Erzurum’un muhafazakar ama bir o kadar insancıl atmosferinde
ilk çocukluğunu ve ergenliğini yaşayıp daha sonra tayinle Ankara’ya taşınan; küçük burjuva geleneğine sıkı sıkıya bağlı
büyütülmeye çalışıldıkça direnen, ailesi
ve çevresi tarafından hep biraz asi, hep hırçın, hep tuhaf algılanan, ama
içindeki insan sevgisi ve haksızlığa tahammülsüzlüğünün onu bulunduğu bu
noktaya taşıdığını yalnızca kendisi fark eden, namıdeğer 68 kuşağının 47 doğumlularından Emine…
Füruzanın toplumsal, siyasal, ekonomik sorunların
tamamına ne kadar hakim ve duyarlı olduğunu görüyorsunuz okurken; çocuk
eğitiminden kadının özgürlüğü sorunsalına, cumhuriyet aydınlığının iki yüzlü
tutumundan toplumsal yozlaşamaya, eğitim sisteminin yaratmaya çalıştığı
apolitik, vurdumduymaz, sönük ve silik karakterlerden Anadolu insanının
bilgeliğine, ekonomik değişimler ve sermayenin güçlenmesi adına gençliğin nasıl
gözden çıkarıldığına; evlilik, bekaret, feminizm tartışmalarına; cezaevlerinde
yaşanılan orantısız güç kullanımı ve işkencelerin kişiler üzerinde yarattığı
tahribattan Almanya’ya giden işçilerin yaşadığı süreçlere, Nazilere, ırkçılığa,
emperyalizme kadar, yirminci yüzyılda tartışılan ve hali hazırda tartışılmakta
olan ne varsa bulabiliyorsunuz olay örgüsü içerisinde. Beş yüz küsür sayfalık
devasa kitap eriyip gidiveriyor ellerinizin arasında. Her zaman denk
gelemiyorsunuz böylesi akıcı ve sürükleyici anlatımlara. Bu anlamda büyük bir
özlemi giderdi bende bu muhteşem yapıt.
Hem ufak bir tavsiyede bulunmak, hem de ifade etmeye
çalıştığım gibi, popülerlik kazanan her şeyi kötü, halkın yoğunlaştığı alanları
bir anda ‘’bayağı’’ ilan etmek anlamlı olmaktan uzak bir tutum olsa gerek. Bu
ülkede ‘’aydın’’ geçinenlerin en büyük handikapı da bu tutumu benimsemiş olması
değil mi zaten? Ben, sosyal ortamından uzakta yaşamaya çalışanlar için
özellikle, pahabiçilmez bir imkan olarak görüyorum bu paylaşım sitesini. İşleve
takılmadan kullanmayı, önüne çıkan her fırsatta öğrenmeyi öncelikli ilke
edinenleri önemsiyor ve asıl saygıyı onlara duyuyorum; burjuvaca, yaygınlaşan
her şeye burun kıvıranlara değil…
09.05.2012 Hınız
Gülşah KÖKSAL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder