31 Ekim 2016 Pazartesi

NORMAL YA DA MUTLU OLMAK…


Hepimiz, anne-babalarımızın gerçek ebeveynlerimiz olduğuna inanarak yaşar gideriz. Aksini duyma ihtimali her zaman mümkündür, değil mi? Bir gün bir tesadüf üzerine, başka bir aileye ait olduğumuz gerçeğiyle yüz yüze gelebiliriz…
Sevginin yetersiz geldiği ya da samimi görünmediği, yaşamsal-düşünsel farklılıkların derinleştiği dönemlerde vs, ‘’bunlar beni evlatlık aldılar galiba, ben belki de bunların çocuğu değilimdir’’ deriz, şakayla karışık. Gayri ihtiyari bir söylemdir bu kuşkusuz. Hiçbirimiz böyle bir ihtimalin gerçekliği üzerine öyle eni konu oturup düşünmeyiz.
‘’Evlatlık’’ kelimesi algı dünyamızda ‘’ikincil olmak’’, ‘’sevgisizlik’’, ‘’öteki olmak’’, ‘’dışlanmak’’
‘’horlanmak’’ ile bir arada bulunur ve sıklıkla bir arada ya da birbirinin yerine kullanılır. Ama başta da dediğimiz gibi, daha çok şaka yollu.
Peki ya, gerçekten de, anne babalarımız sandığımız, öyle saydığımız kişiler tarafından dünyaya getirilmemişsek ve gerçek anne babamız başka birileriyse…. Biyolojik ailenizden daha iyi koşullara sahipse sizi evlatlık alan aile; daha anlayışlı, daha sevgi dolu, imkanları daha geniş ve daha fazla mutlu olabileceğiniz bir dünya kurabilmişlerse size, ne ala… Buna kaderin bir öpücü, bir ‘kıyağı’ gözüyle bile bakılabilir belki dışarıdan. Ama, bir de tam tersiyse durum…
Hayatınız mutsuzlukla mücadele etmekle geçmişse; kendinizi evinizde hep kısıtlanmış, ruhsal olarak sakatlanmış, hezeyan üzerine hezeyan, bunalım üzerine bunalım yaşarken bulmuşsanız sürekli, ve bunu size yaşatanın kendi biyolojik anne babanız olmadığını öğrenmişseniz günün birinde….
Janette Winterson tam da bu bahsettiğimiz kişidir aslında. Altı haftalıkken, Manchesterli dindar mı dindar bir kadın ile, kendi halinde yaşayıp giden bir adam tarafından evlatlık edinilmiştir. Fakir sayılabilecek bir ailedir. Bu, Winterson’un ‘yanlış beşik’olarak tabir ettiği yuvanın ta kendisidir.
Anne, evli bir rahibe gibi sürdürmektedir yaşamını; eşiyle cinsel birliktelik yaşamayı reddeder –ki çiftin bir çocuğu evlatlık edinmelerinin en önemli sebeplerinden biri de budur belki. Soğuk, mesafeli, kuralları olan, mutsuz bir kadındır anne. Kızını da bu kurallara göre büyütmeye çalışır. Oğlanlarla bir arada olmak yasaktır, ama kızlarla bir arada olmak da... Kitap okumak da… Tabi, evde bulunan altı dini kitabın dışında… ‘’Altı adet kitap… Annem elimin kitaba değmesini istemiyordu. Kitapların içine balıklama dalacağım aklına bile gelmedi –saklanmak için kendimi onlara hapsedeceğimi.’’ (s.41)
‘’Öylesine iri bir öfkem vardı ki, hangi evi olsa doldururdu.’’, diye ifade eden Winterson, sevginin, dokunulmanın, mutlu olmanın ne olduğunu öğrenemeden büyümenin onu dünyanın en acayip insanlarından birine çevirdiğini düşünür . ‘’(…) somon balığının akıntıya karşı yüzme kararlığıyla, inadıyla sevmeyi öğrenmek ‘’ gerektiğini,  ‘’o akıntının ne kadar çırpınıtılı olursa olsun, onun bizim akıntımız olduğunu unutmamamız gerektiğini’’ fark eder bu değersizlik- sevgisizlik krizleri yaşadığı dönemlerden birinde.
Mutluluğun sadece kitaplarda, sözcüklerde gizli olduğunu fark ettikten sonraysa, eline geçen tüm parasını kitaplara yatırmaya başlar. Gizli saklı okumaktan başka çaresi yoktur. Tepelere çıkar ve eve dönmek zorunda olduğu saatlere kadar, durmaksızın; sözcükleri yercesine, yutarcasına okur. Tabi bir de o kitapları saklama sorunu çıkar oraya. Bunun için de yatağın altını kullanır. Aldığı ve okuduğu kitapları karyola ile yatak arasına birkaç sıra halinde dizmeye başlar. Ve… Bir gün bu durum anne Winterson tarafından fark edilir. Ne mi olur? Tüm kitaplar camdan bahçeye fırlatılır birer birer. Üzerine bir bidon benzin dökülür ve yakılır. O gün yaşadığı acıya rağmen ‘’s.et’’ der kendine, ‘’ben de kendi kitaplarımı yazmaya başlarım.’’
Kilisede kendi yaşlarında bir kızla tanıştığında içinin sıcacık olduğunu fark eder Jenette. Arkadaş olurlar. Ve bir gün Janey adlı bu kız kendisini öper. Sevgidir bu. Sevginin en güzel hali. Belki de aşk… Evet evet, aşık olmuştur. Hem de kendi cinsinden birisine. Sık sık bir araya gelen bu kızların birbirilerine olan ilgileri anne tarafından fark edilince Jenette, itiraf eder gerçeği. On altı yaşında, evlatlık edinildiği evden kapı dışarı edilen genç kız, kitaba da adını verdiği o cümleyi, duyar annesinden: Normal olmak varken neden mutlu olasın.
Bedende Yazılı, Vişnenin Cinsiyeti, Tek Meyve Portakal Değildir adlı kitapları Sel Yayınları tarafından dilimize kazandırılan yazar, kendisini sokakta bulduğu o günden sonra bir arabada yaşamaya başlar, eğitimini devam ettirir, Oxford sınavını kazanır ve pek çok ödülün yanı sıra, Britanya Kraliyet Onur Nişanına layık görülür.
Doğar doğmaz yaralanmıştır. Evlatlık edinildiğini öğrendiğinde, kendi cinsiyetinden birisine aşık olup, bunun toplumsal bir yasak olarak kabul edildiğini öğrendiğinde ve on altı yaşında sokağa atıldığında… Defalarca derin yaralar almıştır ruhu.
Hem ısınmak, hem içlerinde uyumak, hem mutlu olmak için okumuş; yaralarını okuduğu öykülerle sağaltmış; ardından da, kendi kitaplarını, başkalarının yaralarını sarması için şişe içine konulmuş mesajlar gibi, yazın denizinin içine bırakmıştır. Ben o denizin kıyısında rastladım ona.

‘’Yara simgeseldir, dolayısıyla tek bir yoruma indirgenemez. Ancak yaralanmak, göründüğü kadarıyla, insan olabilmenin bir yolu ya da anahtarı. O bir ıstırap olduğu kadar da bir erdem.
Öykülerde farkına vardığımız şey, yaranın lütufa olan yakınlığı: Yaralanan kişi o yarayla seçilmiş, diğerlerinden ayrılmış oluyor – hem edebi hem de simgesel anlamda. Yara farklılığın bir işareti.’’ (s.207)

Gülşah KÖKSAL
03/ 12/ 2015

Beyoğlu

1 yorum:

  1. Hocam çok güzel yazmışsınız. Ben Eylül Beyoğlu 'ndan. Sizinle sınıfça iletişime geçmek istiyoruz. Yardım eder misiniz =)

    YanıtlaSil