31 Ekim 2016 Pazartesi

SAHİ SANAT NEDİR?



Sanat, neolitik dönem insanından da önceye tarihlendirilen en eski uğraşlardan biri. Antik dönemden günümüze ulaşan sorunsalların içinde de kendine önemli bir yer edinmiş ve onu hep korumuş. Ama 21.yy’daki kadar tanımı belirsiz ve tartışmaya acık hiç olmamış-desek yeridir.
‘’Gerçek gibi görünen, ama gerçek olmayan şey’’ olarak tanımlanan sanat, Platon’dan beri ‘’taklit’’ olarak kabul görmüş, ve pratik yararı ve işlevi üzerine uzun tartışmalar yapılmıştır. Öyle ki Platon, Devlet’inde, pratik bir işlevi olmaması gerekçesi üzerine sanata ve sanatçılara yer vermemeyi planlamıştır. 
Homo Sapiens Sapiens,  sanat yapmaktan hiçbir dönem uzak kalmadığı ve zorlu şartlar altında bile sanat yapma imkanını hep var kılmaya çalıştığı gibi, bunun için hayal edilebilecek ne kadar zorluk ve işkence varsa hepsine maruz kalmış ve yüksek bedeller ödemekten kaçınmamıştır. Sanat yapma itkisi  bireyin karşı koymakta en çok zorlandığı itkilerden biridir.
Lakin, estetik kavramının kendisi, sanatın tarihi kadar eski değil, hatta çok yenidir. 18.yy’da icadı yapılmış ve günümüze kadar- özellikle de 1970’lerden sonra içi bambaşka biçimlerde doldurulmaya başlanmıştır. Modern ya da çağdaş sanat denildiğinde hepimiz bir durma ve nefes alma ihtiyacı duyduğumuzu rahatlıkla söyleyebiliriz. Sanatsal özbilinçte fotoğraf ve heykelle birlikte ciddi bir değişim meydana gelmiş, 20. Yy’a kadar biçem değişiklikleri yaşanmasına yaşanmış  ama sanatta kullanılan malzeme aynı kalmıştır. Soyutlama ortaya çıkana kadar tablolar bir şeyin resmi idi. Resim ve tablo kelimelerini birbirinin yerine kullanmak mümkündü. Kübizm, Fovizm, Sürrealizm, Dada, Süprematizm, Geometrik soyutlama, Soyut Ekspresyonizm, Japonya’da Gutai, Pop-art, Minomalizm; İngiltere’de Genç Britanyalı Sanatçılarvs. Bu akımların çoğu, resimlerin pencereden görünenle eş olmasını öngören Albertiyen kuralları reddetmişlerdir. Ancak malzemeleri aynıdır.Bundan sonra ise, her şeyin malzeme, her şeyin eser, tüm yapılanların ‘’sanat’’olduğu  ya da kabul edildiği bir dönem açılır önümüzde.  Arthur C. Danto  da” Sanat Nedir ?” adlı çalışmasında bu tartışmalar hakkında kısa fakat etkili bir yolculuğa çıkarmaya çalışır bizleri.
‘’Sanat ile sanat olmayan, ama pekala sanat eseri olarak kullanılabilecek gerçek şeyler arasındaki fark nedir?’’
17.yy’dan itibaren sanatçı mezun eden kurumların çoğunun adında ‘’güzel’’ kelimesi bulunmaktaydı. Bir şeyin güzel olmadan da sanat olup olmayacağı 21.yy’da felsefeye yapılmış en önemli katkılardan biriydi. Bunun en tanınan öncülerinden  biri kuşkusuz Dada’lar oldu. ‘’Güzel’’e savaş açmış önemli Dadaistlerden biri olan Duchamp, Mona Lisakartpostalının üzerine bıyık çizerek güzel kadını çirkinleştirdi. O, retinal sanat denilen, göze hitap eden sanata karşı derin bir tiksinti duyuyordu. Yine, Bağımsız Sanatçılar Birliği’ne, sanat eseri olarak gönderdiği ‘’ters pisuar’’ ile de büyük tartışma yaratmayı başardı. Arthur C. Danton’a göre, bu eylemin amacı organizasyonu zor durumda bırakmak olabilir; çünkü Sanatçılar Birliği’nin sergi politikasına göre, katılım ücreti ödeyen her sanatçı istediği eseri orada sergileyebilirdi. Duchamp ve diğer dadaistler zaten burjuva dünyasına ve onun estetik yargılarının genel geçer yapısına, para ekonomisine ve onların yol açtığı, 1. Dünya Savaşı gibi büyük kıyımlara bir tepki olarak varlıklarını ortaya koymuşlardı. Modern sanattaki ‘’pisuar’’ gibi hazır nesnelerin  sanattaki kullanımı onun asıl işlevini yitirmiş olması ile açıklanmaya çalışıldı. Serrano adlı fotoğraf sanatçısının Çişli İsa adlı çalışması da büyük tartışmalara sebep olmuştur. Çiş dolu bir kabın içine konulmuş çarmıha gerilmiş İsa figürünün fotoğrafını çeken Serrano  özellikle Hıristiyan dünyası ve kilisenin gösterdiği tepkilere şu yanıtı vermiştir: ‘’Çişi sadece eşsiz bir sarı parlaklık verdiği için kullandım. Başka hiçbir sıvıyla bu etkiyi yakalamayı başaramadım.’’ Başka eserlerinde de Serrano, kan, süt ve sperm gibi içsel sıvıları kullanmış ve en güzel renkleri bu içsel sıvılarla elde ediyor olduğunu ifade etmiştir. Ve bunun çok yakın bir geçmişe kadar, özellikle ait olduğu yerli kabile geleneğinde de olağan, aşağılık ya da tiksindirici olan beden parçaları olarak görülmediğini, kiliseyi bunları iğrenç bulması konusunda eleştirdiğini dile getirmiştir. New York’ta bir piyanist  -John Cage, 1952 yılı konserinde, parçanın başladığını belirtmek için piyanonun kapağını kapatır ve kronometreyi açar. 4 dk 33 sn sonra piyanonun kapağını açar; tek bir nota dahi çalmadığı halde öne eğilerek selam verir, nota kağıtlarını toplayıp sahneden ayrılır. Cage, Rauschenberg’in yedi parçadan oluşan bir tuvali bembeyaz boyamasından etkilenmiştir. Sergide herkes bu tabloda kendi yansımasını görmüştür. Zaten beyaz da tüm renklerin bir araya gelmiş hali değil midir? Yani o tabloda her şeyi görmek mümkündür. Bundan dolayı da sanatçı tarafından hiçbir şey vurgulanmamıştır. Kendisi de, düşünüldüğü gibi ‘’sessizliği dinletmeye çalışmaz 4 dk. 33 sn.’ile, insanların hayatın seslerini duymasını amaçlar; eserin icra edilmesi sırasında kulağa gelen kuş sesleri, rüzgar, öksürük, sandalye; daha dışarından gelen korna ve egzos sesleri neden müziğin bir parçası olmasın?
Harold Rosenberg, ‘’soyut ressamların tıpkı bir boğa güreşçisinin arenada gerçekleştirdiği gibi bir eylem icra ettiklerini ileri sürer ve  kendine özgü şiddetli fırça darbelerinden bir anlam ortaya çıkar’’der. Gördüğü genel tepki ise şudur: ‘’Kim duvarına eylem asar ki canım…’’
Cage, ve Rauschenberg örneği, soyut resmin yanında artık daha uç kalıyor. Onlara bir de Warhol’un Brillo Kutusu’nu eklediğimizde… Sınırların yok olduğu bir ortamla karşı karşıya olduğumuzu görüyor ve Danto’nun sorduğu soruların belki de artık yanıtlanamaz olduğu gerçeği ile yüzleşmek zorunda kalıyoruz.
‘’Eğer her şey sanat olabiliyorsa, sanatı diğer her şeyden ayıran nedir?’’
Dickie adlı bir sanat eleştimenine göre cevap şöyle: ‘’Sanat dünyası küratörlerden, koleksiyonculardan, sanatçılardan ve hayatları bir şekilde sanatla bağlantılı kişilerden oluşan bir sosyal ağdır.Bu teoriye göre bir şey eğer sanat dünyası öyle buyuruyorsa sanat eseridir.’’
Yanııt ziyadesiyle itici ve rahatsız edici görünse de, gerçeğe çokça yaklaşıldığı, yani artık birileri ‘’bir şey’’ yaptığında ve belli çevreler buna ‘’oldu’’ dediğinde bunun kabul gördüğü açık ve aşikârdır… Belki de zaman, sanat ve pek çok şey söz konusu olduğunda , Kant’ın dediği gibi ‘’kendi beğenilerimize sarılma’’ ve sadece onları düstur kabul etme zamanıdır.

Alıntılar: "Sanat Nedir?", Arthur C. Danto, Sel Yayıncılık


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder