31 Ekim 2016 Pazartesi

ALAİN DE BOTTON’DAN MESAJ VAR



‘’Bu kitap, mucizelere, yanan fundalıklardaki hayalet öykülerine inanmayı beceremeyen, sıra dışı kadın ve erkeklerin serüvenlerine derin bir ilgi duymayanlar için yazılmıştır.’’, diye başlıyor söze yazar ‘’Ateistler İçin Din’’ adlı kitabına.
Sekülerizmi benimsemiş, ateist bir anne baba tarafından büyütülen Botton, ailesinin bu duruşundan bir hayli etkilenmiş olsa da, yirmili yaşlarının ortasında bir inanç krizi yaşar: Tanrı’nın var olmadığına inanmaktan hiç vazgeçmediğini söylerken, babasının kaybı üzerinden geçen  birkaç yıl sonra başlar bu ‘’dinler üzerine düşünme’’ dönemi. Sekülerleşmeye başlayan dünyada, dinler ve dinlerle ilişkili olduğu düşünülen tüm ritüeller, kurumlar, duruşlar, davranışlar birer birer reddedilmeye başlanırken, aslında neleri yitirmiş- yitirmekte olduğumuzu görmeye başlamıştır Botton bu ‘’inanç krizi’’ sürecinde.
Düşünür, ‘’Dinleri yukarıdan aşağıya indirildiğine ya da tamamen deli işi olduklarına inanmayı bıraktığımızda durumun ilginçleşmeye başladığından’’ söz ediyor ve şu iki gereksinimden dolayı– seküler toplumun başarılı bir yolla karşılamayı beceremediği-  dinleri yaratmak zorunda kaldığımızı öne sürüyor:
-      Çok derinlerimize kök salmış, bencil ve vahşi dürtülerimize rağmen hep birlikte, topluluklar halinde uyum içinde yaşama isteği,
-      Mesleki başarısızlıklar, sorunlu ilişkiler, sevdiklerimizin ölümü, sağlığımızın bozulması ve kendi ölümümüz konularındaki kırılganlıklardan kaynaklanan ürkütücü yoğunluktaki acıyla baş etme gereksinimi.
Aslında Botton, kitap boyunca bizi kendisiyle birlikte yürüyeceğimiz bir düşünce yolcuğuna davet ediyor. Bunu da ‘’Hem inançlı, hem de inançsız gruplardan oluşan köktencilerin işgaline uğramış bir dünyada, dini inancın tamamen yok sayılarak reddedilmesi, kimi dini ritüellere ve kavramlara saygı duyarak dengelemek mümkün olmalı.’’, diye düşünerek yapıyor. ‘’Çünkü,’’ diyor, ‘’seküler toplum yapısı bizi ‘’ahlak sözcüğünden korkar hale getirdi. Bir vaaz dinleme düşüncesi bile hoşnutsuzlukla söylenmemize yol açıyor. Sanatın duyguları coşturduğu ya da etik bir misyonu olduğu görüşünden kaçar olduk. Hac yolculuklarına çıkmıyoruz. (…) Yabancılar çok nadiren birbirleriyle şarkı söylüyorlar…’’
Modern dünyanın kurumları bizleri mutlu bireyler haline getirmeyi başaramadı. Daha çok bilgi var ama bilge insan sayısı azaldı. Daha kalabalık bir nüfus var, ama daha yalnızız. Eğitim daha yaygın, ama ‘’cahil’’ ve düşünme tembeli insan oranı, diğer yüzyıllara göre daha yüksek. Daha depresif, daha nevrotik, bedensel olarak daha zayıf, hastalıklara daha açık  olmamızın altında yatan etmenlerden en önemlisi, bizim, binlerce yıllık geleneklerden, bilgi birikiminden birden bire uzaklaşıp, hepsini ‘’kötü’, ‘’geri’’ ya da çağdışı ilan etmiş olmamız olamaz mı? Bilim, modern sanat, kentleşme, sanayi; ulaşım, hız, iletişim yaygınlığı bizleri daha iyi yaşamaya ikna edemedi. Aldıkça yoksullaştık, vermek yerine içimize kapandık; hız, ve kolay ulaşılabilirlik arzularımızı köreltti, duygusal olarak firijtleştik.  ’’Bu kadar çok şeyden vazgeçerek dinin, mantıklı olarak tüm insanlığa ait olması gereken deneyim alanlarını kendi egemenliğinde görmesine izin verdik; şimdi bu alanları yeniden seküler dünyanın içine almak için harekete geçmekten çekinmemeliyiz.’’

‘’Dinler içimizi saran yalnızlık hissiyle ilgili çok fazla şey biliyor gibiler.’’
Dinlerin bu bilgeliğinden ve uygulamalarından feyz alınarak, yeni modern alanlar oluşturulabilir diye düşünüyor yazar ve bazı önerilerde bulunuyor.
Seküler eğitim ve dinsel eğitim arasındaki farka göz atan yazar, dikkat çekici noktalara işaret ediyor. Dinsel eğitimde kişiyi yaşama hazırlayan bir program izlenirken, seküler eğitimde yaşam bilgeliği hedefi güdülmeksizin, mesleğe, bölümün gerekli uzmanlık alanına yönelik bir ders programı çerçevesinde öğretim yapılıyor ve yaşamın gerçeklikleri üzerine tek söz edilmeden kişi kurumdan mezun ediliyor. Oysa çoğumuz yaşam içerisinde kaybolmuş durumdayızdır, ancak, bu konuda derin bir sessizlik hakimdir çevremize. Herkes bir diğerinin kendisinden daha mutlu, daha güvenli, daha şanslı, daha huzurlu vs olduğunu zannederek geçirir ömrünün büyük kısmını. Bunun temel nedeni birbirimizden yalıtılmış yaşamlar dizayn ediyor oluşumuzdur. Bir vaaz çevresinde toplanıp herkesin pür dikkat konuya yoğunlaştığını, konunun da kibir, hoşgörü, vefa, ölüm, kin vb hakkında olduğu bir ortamda, kişi, yanında, önünde, arkasında, kendi gibi insanların bulunduğu duygusu ile başka bir ruh halini yaşamaya başlar; yalnız değildir. Yanındaki adam hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştır örneğin. Oysa, salona girdiğimizde gözümüze ilk çarpan o olmuştur güçlü, dik, mağrur duruşuyla. Ya da, başını öne kederle eğmiş, sessizce gözyaşı dökmektedir karşıda duran genç güzel kadın… Dertli, yalnız, çaresiz olan bir  biz değilizdir.
Modern dünyaya  göre her birimiz ‘’biriciğiz’’dir; parmak izlerimiz kadar özel, benzersiz, mucizelerle dolu, güçlü, birbirinden farklı yeteneklere sahip özel birer varlık… Biricik olma duygusunun bedelini ise hem duygusal, hem toplumsal hem de akademik dünyamızda pahalıya öderiz. Dinlerse tam tersini söyler bize. Onun karşısında hepimiz günahkarızdır; bilgiye ihtiyacımız olduğu en baştan kabul edilir ve kişiye, yaşı kaç olursa olsun temizlenmeye ve öğrenmeye ihtiyacı olan bir çocuk muamelesi uygulanır. Biriciklik vurgusu, zaaflarımızdan utanmamız ve gerçek doğamızın  ( ölüm, yaşlılık, terkedilme, parasızlık, yalnızlık vs) korkularla dolu dünyasından kaçırıp gözlerimizi, güçlü bir görünüm sergilemeye ve yalanlar üzerine bir yaşam inşaa etmeye yöneltir bizi. Bu da derin psikozlara…
Botton ne önerir? Eğitimin hem misyon hem de vizyon olarak değişikliğe uğraması gerektiğini… Dinsel metinler yerine kültür metinlerini takip edelim, ama dinlerin binlerce yıllık deneyimindeki başarıları göz ardı etmeden, der.
Nedir dinlerin öğretim metodolojisi? Buradan başlamak lazım örneklemeye.
Dinler, soyut olan tüm kavramları, basit somut hikayelerin içerisine yerleştirerek insanlara iletir. ‘’Metinlerin açık bir dille yorumlanması, metinlerin bütünlükleri içinde değil de parçalanarak incelenmesi, dinlerin her zaman kullandığı yöntemdir’’, der Botton. Bizim seküler eğitim sistemimizde ise, bilindiği üzere bunun tam tersi bir yol izlenir. Öğretici seviyeyi asgari düzeyde gözetiliyorsa da, asıl iş öğrenene düşer; tüm dikkatiyle öğretenin seviyesini yakalamaya çalışmalıdır, kendi öğrenme yönteminin ne olduğunu belirlemelidir. Bol alıştırma, bol okuma-uygulama, bol tekrar yapmalıdır.
Dinler, insanı ‘öğrendiklerini çabuk unutan varlıklar’’ olarak kabul eder. ‘’Bilim gibi seküler düzen de yeni şeyler keşfetmenin gücüne ve önemine inanır. Aynı şeyleri yinelemeyi ceza gerektiren bir eksiklik olarak görür, her gün bizi hiç tükenmeyen bir bilgi akışına maruz bırakır ve böylece de her şeyi unutmamızı teşvik eder. ‘’
Buna karşı, dinler ile seküler yapılar arasındaki en temel ayrım olarak ‘’takvim’’ uygulamasına dikkat çeker yazar; ‘’Dinlerle karşılaştırıldığında seküler hayatın bizi ne kadar da özgür bıraktığı görülür; ne de olsa seküler düzen, bizim için önemli olan düşüncelere ulaşmanın yolunu kendi kendimize birden keşfedeceğimizi düşünür.’’
’Bir başyapıtı okumamızın üzerinden üç ay geçti mi onun tek bir sahnesini ya da cümlesini bile anımsamakta zorluk çekeriz.’’
‘’Seküler dünyamız, kutsal kitapların yaptığı gibi, yılın belli günlerinden onları yeniden düşünmemizi sağlayacak takvimler hazırlamazlar. Anton Çehov’un öykülerinde, İncil’deki öykülerde olduğu kadar bilgeliğe rastlanabilir büyük olasılıkla; ancak Çehov’un öyküleri içerdikleri bilgileri bize düzenli olarak anımsatacak bir takvimden yoksundur. (…)Bu kitapları  anımsamakla ilgili yaptığımız  tek şey, belki de en çok hayran olduğumuz birkaç cümlenin altını gelişigüzel çizmek ve taksi beklerken geçirdiğimiz boş bir anda o cümlelerden birini şöyle bir düşünüvermektir’’ Bir başka sayfada da şöyle demekte yazar: ‘’ Modern dünya uyarıcılarla doludur, bunların içinde en sarsıcı olan da ‘’haber’’  adını verdiğimiz o şiddetli seldir. Bu uyarıcı, dini alanda dua kitaplarının sahip olduğu otoritenin aynısına seküler alanda sahiptir. Haber bültenleri, günü hiç de doğal olmayan bir biçimde ikiye bölmektedir: Sabah dualarının yerini, kahvaltı haberleri, akşam dualarının yerini de akşam bültenleri almıştır.’’
Büyük kütüphanelere sahip olmakla övünenlere de pek çok ciddi mesaj göndermekte Botton; 1250’li yıllarda yaşayan varlıklı bir İngiliz aile, evinde üç kitap olduğu zaman kendisini şanslı görürdü. (…) Kitap bataklığına dönen çağımız için üzülüyorsak bunun nedeni, zekamızı ve duyarlılığımızı geliştirmenin en iyi yolunun daha fazla kitap okumaktan değil, birkaç kitabı sürekli yeniden okuyarak onlardan anladığımızı derinleştirip tazelemekten geçtiğini hissetmemizdir.’’
‘’Jakuzilerden ya da bilgisayar çiplerinden yararlanmak hayatımızda bize birtakım kolaylıklar sağlar kuşkusuz; ancak biz bireysel olarak yine tıpkı ortaçağda yaşamış atalarımız gibi kazalar, gerçekleşmemiş arzular, kalp kırıklıkları, kıskançlıklar, endişeler ve ölümle mücadele ediyoruz. Atalarımız bizden daha şanslıydılar, çünkü onlar insanlara bu dünyada mutluluğun her zaman mümkün olduğunu söyleme hatasını hiçbir zaman yapmamış olan, dinin egemen olduğu bir çağda yaşamışlardı.’’

Agape Restoranı
Yalıtılmış ve yalnız yaşamalarımız içimizdeki ‘yabancı korkusu’nu her geçen gün daha da derinleştirmekte. Modern insan, geçmiş çağlara göre tanımadığı insanlarla daha çok bir arada bulunsa da, iletişim kurma konusunda çok daha çekimser ve dikkatli. Yoga, dans, yazarlık, resim gibi kurslar her geçen gün yaygınlaşıyor yaygınlaşmasına ama, insanlar bağ kurmaktan imtina etmeye devam ediyor. Yazar bunu aşmanın yollarından biri olarak ‘’Agape Restoran’’ fikrini öne sürüyor. Nedir bu? Diyelim ki dört kişi yemeğe çıktınız. Bu restoranlardan birine girdiniz. Herkes bir başkasının masasına oturacak ve orada olanlarla birlikte yemek yiyecek. Böylece kişi tanımadığı insanlarla, tıpkı dinsel davetlerde olduğu gibi bir arada bulunup sohbet etme fırsatı yakalayacak.
Çalışmasında bunlara benzer çokça fikir öne sürmüş olan yazar, seküler dünyanın bizi nelerden mahrum edip, nereye doğru sürüklediğinin farkında; dinlerin içindeki kullanışlı olan yanları bulup ortaya çıkarmamızın bize ne gibi rahatlamalar sağlayacağının da.

Alain de Botton / Ateistler İçin Din
Sel Yay.

Gülşah KÖKSAL
28/ 12 / 2015
Beyoğlu
















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder