4 Aralık 2014 Perşembe

Okur olmak...

Enis Batur, bundan böyle, roman yazmanın beyhude bir yaratım olduğunu dile getirir. Bununla söylemek istediği, yazılmış onca çığır açıcı romana yönelip, onlarda derinleşmemiz gerektiği düşüncesi olabilir. 
Öte yandan, kendisi de bir roman yazıp yayımlatmıştır bu yıl içerisinde. Tam kendisine yakışır bir romandır bu bence. Buram buram "Batur" duruşu kokan bir roman. An an, onun kitaplar, okur olmak, ilişkiler, kadın-erkek-aile üzerine düşündüğü her şeyi takip edebildiğiniz, içten, samimi, "kitap kokan" bir roman. 

O romanın bir bölümünde Batur, bunaldığı ve kendisinden kaçmak istediği bir an yaşatır kahramana. (Bana kalırsa, o yine kendisidir.) Ve, kahraman, içinde bulunduğu durumdan kurtulabilmesi için tek bir şeye ihtiyac duyduğunu ifade eder; ofiste kalmış olan, Musil'in Niteliksiz Adam'ına... 

Bu an, aynı zamanda, benim de nefessiz kaldığım andı. "Iyileşmek için "yalnızca" bir kitaba ihtiyaç duyuyor olmak, onun da Niteliksiz Adam olması...  

Bu, bir kişinin satırlarında kendini okumak gibiydi benim için o an. 

"(...) Musil'e gereksinme duymuştum o noktada, birilerini aramaya ya da çıkıp bir yürüyüş yaparak kafamdaki kalın sisi dağıtmaya hayır, yaralı ruhuma tek iyi gelecek şeyin bu olduğundan hiç şüphem yoktu"(s.47)

Bu, duygu benzerliğini Batur, yine aynı roman içinde şöyle açıklamaktaydı:

"Kitap mecnunu bir tür evrensel ademdir; hangi ırktan, budundan, dilden, inanıştan, yeryüzünün hangi köşesinden olursa olsun standart tepkileri vardır, huyları birbirine benzer onların, davranış mekanizmalarını belirleyen neredeyse organik bünyelerinden tıpatıp aynı kararlar çıkar. Farklı hareket etmeye bayılırlar ya, bunu hayata geçirdiklerine rastlanmaz."

Benim şaşkınlığımın cevabı buradadır. 

O devam eder ortak yönlerden bahsetmeye: "Dilini hiç tanımadıkları, alfabesini sökemedikleri ülkelere gittiklerinde bile kitabevlerine girmeden, vitrinlerini uzun uzun incelemeden yapamazlar örneğin."

Burada kendini "yakalanmış" gibi hissedeceğinize eminim:

"Gece yürüyüşlerine çıktıklarında, ışığı yanan bir pencerede, duvarı kaplamış bir kütüphane görür görmez durur, bakar, sonra da imgelemlerinin bir kenarında içeride yaşayanın, yüzünü olsun tanımadıkları birinin hikayesini kurmaya koyulurlar."

Pencere zemin kattaysa? Ne yaparız?
Onu da hemen Batur'dan dinleyelim:


"Pencere zemin kattaysa, düpedüz mütecaviz kesilir, sırtlarından kitapları teşhis etme alışkanlığının sağladığı beceriyle kütüphanenin gen haritasını çıkarmaya çalışırlar."

Yalan değil, değil mi?

Peki, tanımadığınız bir kişinin evine gittiğinizde, ve oturduğunuz odada kitap bulunmuyorsa? Başka bir odada olduğuna eminseniz? "O zaman", der Batur, "mahrem alana geçmenin bir yolunu bulurlar. Gerçek kitap tutkununun merakına ket vurma, önünde açılan küçük evrenin ortasına dalma isteğini erteleme olanağı yoktur."(s.27)


Bu kadar aynıyız hepimiz. Bu durumda, benim gibi, bir başka okurun da kötü bir anında benim elimde durmasını isteyeceğim bir kitabı istemiş olması, pek şaşılası bir durum olmuyor dolayısıyla.

2 yorum:

  1. Bizim mutfak penceresinin tam karşısındaki pencereden (karşı apartman) görünüyor bir kitaplık. Çok merak ediyorum ama yanlış anlaşılır diye çok bakamıyorum da, of off :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bakmadan durabiliyorsan ne mutlu sana:)))
      Ben bu konuda fena sabıkalıyım

      Sil