Daha önceki
yazılarımdan birinde, Derrida’nın Türkiye ziyareti sırasında bir arkadaşına
yazmış olduğu ve orada , yeni Türk devleti kurulurken yapılan devrimlerden biri
olan ‘’harf devrimi’’ile ilgili düşünce,
eleştiri ve yorumlarını dile getirdiği bir mektubu ele almıştım. Bu yazıda da,
Yavuz Bülent Bakiler’in Yakup Kadri Karaosmanoğlu’yla Güneş-Dil Teorisi üzerine
yapmış olduğu bir söyleşiden bahsetmeye çalışacağım.
ULUS DEVLET KURMAK İÇİN…
Çok uluslu
bir yapıdan, ulus devlete geçiş süreci birçok değişimi de beraberinde getirmek
zorundadır. Nitekim Osmanlı İmparatorluğu gibi etnik, dinsel, dilsel
çeşitliliğin çok fazla olduğu bir yapıyı, ‘milli devlet’ haline getirmek için
yeni bir dil-tarih yazınına ihtiyaç duyulmuştur. Her ulus devlet, kuruluş
aşamasında böylesi bir milli tarih-coğrafya- felsefe-dil çalışmalarına, kuruluşuyla
eş zamanlı olarak start vermek durumunda kalmıştır. Güneş-Dil Teorisi de böyle bir düşünce
yapısının ürünüdür. Teori, M.Kemal döneminde büyük ses getirmiş olmasına
rağmen, zamanla popülaritesini kaybetmiş ve adı yalnızca ders kitaplarında
anılır hale gelmiştir. Şimdi, bu hakkında çok konuşulan, ülke içinde ve dünyada
büyük tartışmalara yol açan teorinin
tarihsel seyrine, birlikte kısaca bir
göz atalım.
GÜNEŞ-DİL TEORİSİ
Viyanalı dilbilimci Dr. H. F. Kıvergiç tarafından ortaya atılan teori,
Türkçe’nin dünyada kullanılan ilk dil
olduğunu, bütün dillerin Türkçe’den türemiş olduğunu iddia eder. Yeni kurulmakta
olan ulus devletin siyasileri ve dilbilimcileri bu yeni teoriyi heyecanla
karışılar ve benimser. Yakup K. Karaosmanoğlu, Yavuz Bülent Bakiler’e vermiş
olduğu bir röportajda bu süreci şöyle anlatmaktadır: ‘’Vedat Nedim Tör Basın
Yayın genel müdürü olup, benim yakın arkadaşlarımdandı. Bir gün beni telefonla
aradı. ‘’Yakup,’’ dedi, ‘’Viyanalı bir dil alimi şu an benim yanımda. Türkçe
üzerine çok dikkat çeken çalışmaları olmuş. Çalışmalarını Atatürk’ümüze de
göndermiş ama bir cevap alamamış. Kalkıp Ankara’ya gelmiş. Şimdi istiyor ki,
tespitlerini bizzat Atatürk’ümüze arz etsin. Alsana bu Viyanalı dil alimini
yanına, götürsene Çankaya Köşkü’ne.’’ Birlikte Çankaya’ya varırlar, ve Kıvergiç
Atatrürk’e teorisini anlatır: ‘’Ekselansları, ilk insan güneşi gördüğü zaman
Türkçe’deki ilk sesli harf olan harfi telaffuz etti. ‘’A’’ dedi. Nitekim şimdi hem Türk milleti olarak sizler,
hem de bu tür dünya milletleri hayretlerini ‘’A! A!’’ diye ifade ediyorlar. İlk
insan bir canavarla karşılaştığında ‘’Ooo’’ diyerek korkusunu ortaya koydu.
Uzaklık anlayışını ‘’Uuu’’ seslisiyle ifade etti. Sonra ilk insan merak ettiği
şey, bir konunun tekrarı için ‘’Eee?’ diye sordu. Hoşlanmadığı şeylerden,
kişilerden ‘’Ööö’’ diye bahsetti. Bu sesli harflerden sonra insanın kullandığı
ilk hece ‘’ağ’dır. Zamanla t, ç, k, n
harflerini de kullandı, anağkara, anağra anağra dedi ve anağra zamanla Ankara
oldu. Ankara binlerce yıllık bir Türk şehridir ve tamamen Türkçe bir kelimedir.
İlk insan Türk’tür. İlk lisan Türkçe’dir.’’
Karaosmaoğlu bunlar anlatılırken sürekli
M. Kemal’in yüzüne bakmakta ve tüm bu iddiaların saçmalığıyla ilgili bir
itirazda bulunacağını beklemektedir. Ancak M. Kemal böyle bir davranışta
bulunmaz, ve anlatılanları mütebessim bir yüzle dinler. Karaosmanoğlu bunun
nedeni de şöyle gerekçelendirir: ‘’ Kendileri bir itirazda bulunmadı, çünkü
Atatürk şöven, yani aşırı duygularla yüklü bir Türk milliyetçisiydi. Bu
bakımdan Viyanalı dilbilimcinin açıklamaları, iddiaları çok hoşuna gitti.’’
Dil
teorisinin devamında göç hareketleri
çalışmalarına başlanılır. Güneş-Dil Teorisinin yolu takip edilir. Bu
haritalarda soyumuzun Orta Asya’dan çıkarak dünyanın hemen her yanına gittiği
gösterilir. Bering Boğazı’nı geçerek
Amerika’ya ulaşan Türkler, yükseklerden, büyük bir gürültüyle akan şelaleyi
görünce ‘’ne yaygara, ne yaygara’’ diye tepki göstermişler ve bu şelale ‘’Niyagara’’ ; oranın en uzun ırmağını
gördüklerinde de ‘’amma da uzun, amma da uzun’’ dedikleri için nehrin adı
‘’Amazon’’ olarak kalmıştır… Bir espiri olarak da algılanabilecek bu
çıkarsamalar, döneminde akademik çevreleri bile ikna edebilecek güce
ulaşmıştır. İşin daha vahim tarafı, bu akıl almaz teori 1935’te, Dil ve Tarih
Coğrafya Fakültesinde Hasan Reşit Tankut tarafından 1940 yılına kadar, ders
olarak okutulmuştur. (Ders olarak okutulmasının sona ermesinde, Cumhurbaşkanı
olarak göreve başlayan İsmet İnönü’nün, teorinin
asılsızlığından dolayı dünyanın önde gelen biliminsanları tarafından alay konusu
edildiğimizi söyleyen ülke aydınlarının şikayetlerini dikkate alması etkili
olmuştur.)
YAVUZ BÜLENT BAKİLER’DEN BİR ANI
Baki’ler
1960 darbesinin yeni yaşandığı sırada, hukuk fakültesi son sınıf öğrencisiyken,
Nihat Doğan’ın gazete idaresinde arkadaşlarıyla sohbettedir. O günü şöyle
anlatır: ‘’Arkadaşlar ağızlarını ‘’Atatürk!’’ diye açıyor, ‘’Atatürk!’’ diye
kapatıyorlardı. Görüyordum ki arkadaşlarım ilkokulda, ortaokulda bize
anlatılanlarla konuşmaktalar. Anlıyordum ki, hiçbirisi Atatürk üzerine bir tek
kitap okumamış. Ama hepsi de bir davul gümbürtüsüyle ağızlarını açmaktadırlar.
Söz bir ara Atatürk’ün dilimize yaptığı büyük hizmetlere geldi. Ben de onlara,
Atatürk’ün dilimizi çok defa yanlış mecraya soktuğunu anlattım. Güneş-Dil
Teorisi’ni ortaya koydum. Birdenbire adeta küçük bir kıyamet koptu. Hep bir
ağızdan bağırmaya başladılar: ‘’Olamaz, Atamız böyle saçmalıklara katiyen kulak
asmaz. Anlattıkların Atatürk düşmanlarının uydurmalarıdır. Atatürk nasıl bütün dünya
dilleri Türkçe’den doğmuştur diyebilir? İlk insanın Türk olduğuna kim inanır?’’
Tartışmaya, aralarında yer alan ve tartışmaya uzaktan kulak kabartan,
kendilerinden yaşça büyük bir arkadaş dahil olur (Fikret Polater) o noktada ve
‘’Evet’’, ‘’Bakiler doğru söylüyor, Atatürk bir ara Güneş-Dil Teorisine inandı.
Ben talebeyken 1937’de Sivas’a geldi. Benim talebe olarak bulunduğum sınıfı
ziyaret etti. Matematik dersindeydik ve paralel konusunu işliyorduk. Paşa bize
paralelin ne demek olduğunu sordu. Öğrencilerden biri; ‘’paralel Latince bir
kelimedir, ve sonsuzda kesişmeyen iki çizgidir Paşam’’ yanıtını verdi. Atatürk,
‘’Çocuklar, siz hiç yan yana yürüyen iki öküz arabasına bindiniz mi? Onlar
nasıl giderler? İki arkadaş yan yana yürüdükleri zaman biz onlara nasıl
yürüyorlar deriz?’’. Çocuklar hep birlikte ‘’Beraber yürüyorlar deriz
efendim.’’ Atatürk’ün beklediği cevap buydu: ‘’Doğru, öyle deriz. İşte
batılılar bizim ‘’barabar’’ı alarak onu ‘’paralel’’ şekline soktular. Paralel,
Türkçe olan ‘’barabar’’ dan gelmektedir. Anladınız mı çocuklar? ‘’ Ve Bakiler,
‘’Fikret ağabeyin bu hatırasını anlatmasının ardından, ‘’Bunlar Atatürk
düşmanlarının uydurmasıdır, o böyle saçmalıklar yapmaz.’’diye bağırıp
çağıranlar benimle kavga etmekten vazgeçtiler.’’der.
Konu resmi tarih, Mustafa Kemal’in yapıp ettikleri, kurmaya
çalıştığı düzen ve sistem olduğunda, karşımıza bin bir totem ve tabu
çıkmaktadır. Yakup Kadri de bu nedenle, bahsi geçen dil teorisiyle ilgili dile
getirdiklerinden sonra Bakiler’e ‘’Güneş-Dil Teorisi akıl dışı, mantık dışı,
ilim dışı bir safsatadır. Hiçbir ciddiyeti yoktur. Ama bu cümlemi katiyen
yazmayacaksınız. Yazarsanız tekzip ederim! Ben böyle bir iddiada bulunmadım
derim, anladınız mı?’’, demek mecburiyetinde hissetmiştir kendini.
TÜRK DİL KURUMU ARŞVİDEN BİR TUTANAK
Bugün
itibariyle, bu teoriye ait bir tutanak, Türk Dil Kurumu’nun resmi internet
sitesinde 3. Türk Dil Kurultayı Güneş-Dil Teorisi ve Dil Karşılaştırmaları
Raporu olarak yer almaktadır. 31/01/1936 tarihli rapordan örnek olarak
sunulabilecek birkaç madde:
Madde 1-)
‘’Güneş-Dil Teorisi lenguistik aleminde esaslı bir devrim yapacak mahiyette,
tamamiyle orijinal, enteresan ve derin bir teoridir.
Madde 2-)Bu
teori, yalnız lisaniyat meseleleri ile ilgili değil, aynı zamanda en geniş ve
en çetin antropoloji, arkeoloji, istuvar-pireistuvar ve biyo-psikoloji
meselelerinin halliyle ilgilidir.
Madde 5-)Komisyonda
bulunan ecnebi alimleri arasında ‘’Güneş-Dil’’ Teorisini tanımakta bulunan bir
kısmı Türk arkadaşlarının görüşleriyle mutabakatlarını bildirmişlerdir.
SONUÇ YERİNE
Ulus
devletlerin inşası aşamasında totaliter bir eksen hep bulunmuş, söylem her ne
kadar özgür, demokratik, akılcı ve bilim odaklı bir toplum yaratma yönünde olsa
da, bilinçler, -özellikle de resmi ve zorunlu eğitim yolu ile- devlet eliyle
şekillendirilmeye çalışılmıştır. Kuşkusuz, böylesi bir sistemin, kendi
meşruiyetini sağlayıp sürdürebilmesi için izleyeceği en sağlam yol da budur.
Burada yaptığımız en büyük hata belki de, karşımızdaki sistem kurucularının ya
da dönem insanlarının tüm yapıp ettiklerinin ‘’kesin ve mutlak doğru’’lar
olmasını bekliyor olmamızdır. Bu algıyla yetiştirilen bireyler, resmi olmayan
tarihle biraz da olsa ilgilenmemiş ya da genel tarih bilgisine vakıf
olamamışlarsa, hayallerinde oluşturdukları ‘’Tanrı-Lider’’le bağdaşmayan her
düşünceye şiddetli ve kof tepkiler vermek durumunda kalacaklardır. Bakiler’in
arkadaşlarıyla yaşadığı diyalog da, tam bu noktada önem kazanmaktadır. Tarihsel
bir isimle ilgili ; ‘’O öyle yapmamıştır.’’, ‘’Bunu kesinlikle o
söylememiştir.’’, gibi yaklaşımlar ancak, tarih gibi belgelere dayanan bir
alanla ilgili konuşabilmek için yeterli kapasiteye sahip olamadığımızın
göstergesi olabilir. Nitekim, Güneş-Dil Teorisi de, tarihsel gerçekliğini,
Yakup Kadri’nin hatıra anektotlarından değil, yukarıda paylaşılan Dil Kurultayı
Raporu’ndan almakta, bu rapor da TDK’nın resmi internet sitesinde, dileyen
herkesin ulaşmasına olanak sağlayacak şekilde, mevcudiyetini korumaktadır.
Gülşah
KÖKSAL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder